6 Eylül 2011 Salı

Daha İşimiz Bitmedi


Litvanya 'da düzenlenen 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası 'nda dün aldığımız İspanya galibiyetiyle, NTVSpor tanıtımında, Kerem Gönlüm 'ün bahsettiği gibi, daha işimiz bitmedi.. Her ne kadar, Pau Gasol sakatlığından dolayı oynamasa da, bir gün önce ev sahibi Litvanya 'yı sürklase etmiş bir İspanya takımını 57 sayıda tutmak, son çeyrekte 2 sayı attırmak, son 8 dakikada ise karavanaya zorlamak, çok büyük bir başarıdır. Türkiye, belki turnuvanın en iyi takımı değil ama hiç şüphesiz en iyi savunma yapabilen takımı.. Dün ilk defa, Dünya 2. 'si olduğumuzu hatırlatan, basketbolcularımızın, Büyük Britanya 'ya teşekkür etmesi çok güzel bir olaydı kanımca..
Önümüzde, Fransa, Almanya ve Sırbistan maçları var.. Ve bu takım öyle değişik bir takım ki, 3 'te 3 yapabilir, 3 'te 0 'da.. Ve hiçbir skorda bu satırların yazarı olanlara şaşırmaz..

14 Temmuz 2011 Perşembe

Süper Kupa Finalini Protesto Ediyoruz..

Beşiktaş Taraftarı olarak adımıza leke çalınmasını hazmetmiyoruz. Bu işlere adı karışan takımın bizim sevdiğimiz, sahiplendiğimiz Beşiktaş’la alakası olmadığını görüp, bağrımıza taş basarak, kendi adımıza, Siyah-Beyaz formalı çocukları yalnız bırakmaya karar verdik.

Aklımızın erdiği yaştan itibaren çocuklarımıza miras bırakmak hayaliyle yaşadığımız Beşiktaş’ın adı temize çıkana dek, bu işin parçası olmayı reddediyoruz. Kimseyi protestomuza katılmaya vicdanen zorlamıyoruz. Bu tamamen kendi kararımızdır ve bize katılmak isteyen oluşumları protestomuza eklemekten onur duyarız.

27 Haziran 2011 Pazartesi

King Of Pop


2 yıl nasıl geçti sensiz, anlamadık bile..

12 Mayıs 2011 Perşembe

2011 Kupa Finali




Son yıllarda Avrupa futbolunda temponun artması, oyunun hızlanması, maç trafiğinin de artması sonucu, kupa organizasyonları biraz 2. plana atılmış durumda. Bu sadece bizde değil, İngiltere, İtalya, Almanya, İspanya gibi ülkelerde de benzer durumda. Özellikle ilk turlarda büyük takımlar yedek ağırlıklı kadrolarıyla çıkıyorlar eğer bir kazaya uğramazlarsa, finale yakın dönemlerde işe sarılıyorlar.

Ancak diğer taraftan baktığınızda, kupa her zaman prestijli bir olgudur bence. Özellikle Avrupa kupası alma olasılığının çok düşük olduğu Türkiye gibi ülkelerde, kazanılabilecek 2 büyük başarıdan 2. 'sidir hiç şüphesiz. Ayrıca, hepsinden önemlisi Avrupa kupalarına gitmenin en kısa yoludur. Tabi ki ön eleme oynamadan.
Büyük umutlarla başlanıp, hayalkırıklıklarıyla bezenmiş bir sezonun ardından, bir kupa şampiyonluğu geçmişin bütün izlerini silebilir, yeni sezona umutla bakmayı sağlayabilir. Tıpkı, dün akşamdan bu yana Beşiktaş'ta olduğu gibi. Maçın analizine falan takılmayacağım, maçın fotoğrafı bence, penaltılar sırasında, heyecandan tırnaklarını yiyen Ricardo Quaresma 'ydı. Penaltı atmamasının sebebi bence sakatlığı falan değil tamamen aşırı heyecanıydı. Bence bu kupayı takımda oynayan futbolculardan hiçbiri Quaresma kadar istememiştir. Dünkü istekli oyunuyla da bunu bir defa daha kanıtlamıştır bence..
İstanbul Belediye ise taraftar grubunu genişlettiği taktirde, daha sevimli bir takım haline gelecek. Ancak, 80.000 kişilik statta 300 kişiye oynadığı her maç daha bir soğuk, daha bir çekilmez takım oluyor Belediye..
Forlan, Hamit, Maicon (!), Kaka (!), yeni sezonda kim gelir, kim gider, onları da ilerki zamanlarda tartışalım.

(Fotoğraflar, hurriyet.com.tr 'den alınmıştır)

7 Mayıs 2011 Cumartesi

4 Tane El Clasico Sonrası

18 günde 4 tane El Clasico izlemenin bünyeye ağır hasarlar verdiği bir gerçek, zira ülkemizde ekseriyetle oynanan dan-dun futbol artık daha bir çekilmez oluyor.
Barcelona 'nın orta sahayı kalabalık tutup, bol kısa paslı taktiği sanki dün ortaya çıkmış gibi, ülkemizdeki futbol filozofları, bu futbolu sıkıcı olmakla suçlayıp, karalamaya çalışıyorlar. Halbuki, Barcelona, yeryüzünün en karşı konulamaz futbolunu oynuyor halihazırda. Orta sahada, topu çevirdikten ve rakibin dengesini bozduktan sonra, başta Messi olmak üzere, hızlı hücum adamlarıyla sonuca gidebiliyor. Bu futbola, son 3 yılda, sadece Real Madrid, Kral kupası finalinin ilk yarısında karşı koyabildi, ancak o kadar, bitkin düştüler ki, ikinci yarı hücuma çıkmaya mecalleri kalmadı. Futbol tanrıları o gün Real Madrid kalesini korumasaydı, maç uzatmaya bile gitmezdi.

Real Madrid ise, varoluşunun sebebi olan hücum futbolunu bir yana bırakıp, bu 4 maçın hemen hepsine 7 savunmacı kimlikli adamla çıktılar. Ronaldo, Di Maria, Mesut gibi adamların yanısıra yedeklerde de, Adebayor, Kaka, Higuain gibi futbolcular olmasına rağmen, ilk iki maçın yıldızının Pepe olması bence çok manidar. Mourinho, belki mecbur kaldığı için yapıyor bunu ama kendilerini şampiyon yapmasına rağmen fazla defansif oynuyor diye Capello 'yu gönderen takımın da Real Madrid olduğu unutulmamalıdır.

27 Şubat 2011 Pazar

The King's Speech

Bazı filmler vardır, basit gibi görülen yapısının altında derin bir hikaye ve dram barındırır. İşte, Zoraki Kral böyle bir film. Bu kadar önemli bir filmin ismini de bu kadar lakayt bir şekilde çeviren arkadaşları rahmetle anmakla beraber, son zamanlarda izlediğim en güzel film olduğunu söyleyebilirim.

Filmi güzel yapan 2 ana etken var. Birincisi, çok basit bir konuyu, çok akıcı ve dinamik bir şekilde anlatması. Hiçbir aksiyon sahnesi olmayan, genellikle diyaloglar üzerine kurulmuş 2 saatlik bu filmi izlerken hiç sıkılmıyorsunuz. İkincisi ise muhteşem oyunculuklar. Zaten Geoffrey Rush 'tan böyle bir performans bekliyordum, ama Colin Firth onu bile gölgede bırakmış. İddia ediyorum, Heath Ledger 'in Joker performansından bu yana izlediğim en iyi oyunculuk. Bu kadar güzel oyunculuk, güzel senaryoyla birleşince, dolu dolu karakterler izliyoruz, muhteşem Londra görüntüleriyle. Firth, o kadar iyi oynamış ki, kekeme kralın takılma sahnelerinde izleyici nefesini tutarak onu izliyor. Film bu kadar başarılı. Ayrıca Helena-Bonham Carter ve Guy Pearce gibi iki büyük oyuncununda oldukça başarılı olduğunu ekleyelim..

En iyi erkek oyuncu Oscarını alacağına dair kesin düşüncelerim var, yardımcı erkek ödülünü alması da sürpriz olmaz. En iyi filmde ise oldukça iddialı bir film olmuş The King's Speech. Ancak filmi ne olursa olsun orjinal dilinde izleyin. Benden söylemesi..

1 Şubat 2011 Salı

Domino Etkisi

Herşey ilk başta Tunus'lu üniversite mezunu bir seyyar satıcı gencin, tezgahının polis tarafından alınmasıyla başladı. Genç Tunuslu bu olayı protesto etmek için oldukça radikal bir yöntem seçmiş ve kendini ateşe vermişti. Bu olayın üzerine, Tunus halkının üzerine özellikle son 10 yılda kabus gibi çökmüş hayat pahalılığı ve işsizlik baskısı, bir anda patlayıverdi. Halk sokağa dökülmeye başladı, yüzler binler oldu, binler yüzbinler.. Polis, ilk başta ayaklanmaları şiddetli şekilde bastırdı. 70 'in üzerinde Tunuslu çıkan çatışmalarda hayatını kaybetti. Ancak, Tunus halkı pes etmedi. Yıllardan beri, ülkeyi demir yumrukla yöneten cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali en sonunda, baskılara dayanamadı ve ülkeyi terk etti. İlginçtir, yıllardan beri onu destekleyen, batı ülkeleri klasik ikiyüzlülüğünü gösterdi ve diktatöre vize vermediler. En sonunda, Suudi Arabistan yenik cumhurbaşkanına kapılarını açtı. O da milyar dolarlarını alarak Suudi Arabistan'a yerleşti, tabi şimdilik. Şimdilik diyoruz, nitekim, cumhurbaşkanı henüz görevinden ayrılmadığını açıkladı, ülkenin resmi anlamda cumhurbaşkanı halen.


Bu durum karışıklığı Tunus'ta halen sürerken, bir başka dikta ülkesi Mısır'da da olaylar patlak verdi. Yine işsizlik ve sefaletin verdiği öfke, halkı sokaklara döktü. Tabi henüz Tunus olaylarının çok sıcak olmasının bu olaylarda büyük payı vardı. Yıllardan beri ülkeyi şuursuzca yöneten, kimilerine göre 55 milyar dolarlık serveti bulunan, Hüsnü Mübarek, şu anda topun ağzında. Halk açıkca onu istemediğini beyan ediyor. Her diktatör alkışlarla gelir, beddualarla gidermiş herhalde. Hüsnü Mübarek'in de sonu geliyor Mısır da, durum onu gösteriyor.
Sıra nerede peki? Yemen, Sudan ve Libya. Uzun yıllardır aynı zihniyetle yönetilen ülkeler. Muammer Kaddafi'nin de suyu ısınıyor yani..

Domino etkisi Batı Afrika'yı fena karıştırdı. Acaba bu daha başlangıç mı? Zaman gösterecek..

Barış Manço


O gittiğinden beri Türk Müziği yetim kaldı. O gittiğinden beri notalar bir başka sanki..

Gözlerindeki Sır


Daha önce hiç Arjantin filmi izlememiş olmam bu filme ufak çaplı bir önyargı ile bakmama yolaçtı aslında. Özellikle 130 dakikalık süresi boyunca, uzun diyaloglar, durağan çekimlerle bana sıkıntıların en büyüğünü yaşatmasını bile bekliyordum ama öyle olmadı.


Orjinal adı El Secreto de Sus Ojos olan filmimiz, 1970'lerdeki bir cinayetin üzerine giden 2 kişinin günümüze uzanan macerasını anlatıyor. Yer yer sıkı kovalama sahneleri, yer yer esprili diyaloglar, yer yer rahatsız etmeyen ama insanı oldukça geren diyaloglar. Yönetmen Juan Jose Campanella özellikle stadyum sahnesi yüzünden şimdiden sinema tarihine adını yazdırdı. Erkek oyuncu rolünde ise bence karizmanın vücut bulmuş ismi Ricardo Darin var. Sakalın bir insana bu kadar çok yakıştığını düşünemezdim herhalde daha önce. Tabi filmin kurgusu 30 yıla dayandığı ve aynı oyuncuları kullandıkları için, sıkı bir makyaj ekibiyle çalışıldığı malum.

Sonuç itibariyle, 2010 yılı En İyi Yabancı Film Oscar'ını alan, The Secrets in Their Eyes (Filmin İngilizce ismi de bu), sıkılmadan izlenecek, arşivinize aldıktan sonra tekrar izlenecek bir film..